2 Aralık 2017 Cumartesi

Run Zeus - İda Ultramaratonu 35K (2 Aralık 2017)


Run Zeus - İda Ultramaratonu 35K (2 Aralık 2017)


Eylül ayının ilk günleriydi, acaba İstanbul'a yakın yerlerde kısa mesafe patika koşusu bulur muyum diye internette gezinirken İda Ultra diye bir organizasyon gördüm. Detaylarına baktıktan sonra Kaz dağlarında koşulan ultramaraton olduğu ve bu yıl 2. defa düzenleneceği yazıyordu.  Malum, koşu işine yeni bulaşmıştım ve patika koşuları bir anda ilgi alanım olmuştu. Mental ve dayanıklılık açısından kendime güveniyordum. 35K Run Zeus koşusu tamda istediğim bir mesafeydi. Tabi bunları düşündüğüm zamanlarda en uzun 15K koşu tecrübem vardı. Hemen etkinlik detaylarını inceledim ve ertesi gün kayıt olmaya karar verdim. Yarış 2 Aralık sabah 7'de başlıyordu ve 7 saat bitirme süresi vardı. 35K' ya göre 1500 metre irtifa kazanımı da benim gibi yavaş koşanlar için gözardı edilemeyecek kadar iyiydi. Yarışın başlamasına daha 3 ay süre vardı. Bu süre zarfında antrenmanlara devam ederek koşu tecrübemi artırmayı amaçlıyordum. İda Ultra'ya kayıt olurken, ne İstanbul Maratonu ne de Bodrun Ultramaratonu planlarımda yoktu. Bu gelişmeler sonraki zamanlarda olacaktı. Yarış zamanı yaklaşırken otobüs mü uçak mı derken uygun fiyatlı uçak bileti buldum ve hemen aldım.  Etkinlik merkezi Ramada Resort Kaz Dağları'ndaydı. Tek kişi gideceğim için ücretler biraz yüksekti. Etkinlik organizatörlerinden Polat Dede'den gelen bir mailde 12-13 çadıra kadar otelin bahçesinde  konaklama seçeneği sunulmuştu. Tuvalet, duş, yemek ve termal havuz gibi hizmetlerden de yararlanabilecektik. Mail gönderip çadır konaklama yapmak istediğimi bildirdim.

30 Kasım Perşembe akşamı Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan uçağa bindim ve 22:30 da Edremit Kocaseyit Havalimanı'na  vardım. Otelin servisi uçakla gelecek olanları almak için bekliyordu. Benimle birlikte otele gidecek fotoğrafçı olan Onur Çam'da buradaydı. Aracın şoförü 2 kişinin daha geleceğini ve toplam 4 kişi olması gerektiğini söylüyordu ve beklemeye başladık. Havalimanı'na inecek başka uçak yoktu ve dışarı çıkacak yolcu da kalmamıştı. 45 dk bekledikten sonra Polat Dede ile irtibata geçerek, gelen kimse olmadığını ve otele gideceğimizi söyledik. 20-25 dk sonra otele vardık. Giriş kaydımı yaptırırken çadır kampında kalacağımı resepsiyon görevlisine söyledim. İlk önce yer konusunda anlaşmazlık oldu sonra otel görevlisi ile arka kapıdan çıkıp bahçeye ilerledik. Minyatür bir sahanın yanına gelip burası çadır kampı yapılacak yer dedi. Hafiften yağmur atmaya başlamıştı.  Çantamı açıp çadırı kurmak üzereyken Polat Dede geldi ve çadır kampının burası olmadığını söyledi.  Çantamı toplayıp sırtlayacakken elimden aldı ve kendisi sırtladı. Lütfen olmaz diye itiraz etsemde "bizde dağcıyız iki dk çanta taşımaktan birşey olmaz" dedi. Kapalı bir alana geldik. Burası eski bilardo  salonuymuş. Tuvaleti ve restoranın yerini gösterdi ve bir sıkıntı olursa aramamı da söyledi. Saat 00:30 civarı idi. Çadır kampında kimseler yoktu. En köşeye çadırımı kurdum. Yerler parke olduğu için çadırı sabitlemek zordu. Pencere kenarlarına ve kalorifer peteklerine ipleri gerdirip bağladım. Üzerimde eşofmanlarım vardı değişmeden uyumak üzere çadıra girdim.

Cuma sabahı 8 de uyandım. Önce kahvaltımı yaptım, sonra da etrafı keşfetmek için otelden çıktım ve Güre'ye doğru yürüdüm. Yol boyunca sağlı sollu her yer zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Güre'nin ara sokaklarında gezip birkaç çıkmaz sokağa denk geldikten sonra doğru yolu buldum ve otele geri döndüm. Birkaç çadır daha kurulmuştu.



Çantamı hazırlayıp yarış kitlerini alıp çadıra geri döndüm. Tişört XL bedendi çok büyük geldi ve değiştirmek için tekrar kit dağıtım yerine gittim. Sağolsun arkadaşlar sıkıntı çıkarmadan değişimi yaptılar. Tanıdığım kimse olmadığı için sıkılmaya başladım. Tekrar çadıra geçip biraz uzandım. Öğle yemeği için ana yola kadar yürüdüm ve lokanta tarzı bir yerler baktım. Bulma ümidim azaldığı anda bir yakıt istasyonunun yanında küçük bir yer buldum ve öğle yemeğimi burada yedim. Dönüşte 3 lt su ve atıştırmalık birkaç şey alıp otele geri döndüm.

Akşam makarna partisi ve sonrasında bilgilendirme toplantısı vardı. Bursa Dağyenice koşusunda tanıştığım Mehmet Öznal abi yanında Tekirdağ'dan arkadaşı Pınar ile beraber gelmişti.



Önce tanıştık ve sonra sohbet etmeye başladık. Makarna partisinde makarnalarımızı yedik. Sonra da bilgilendirme toplantısına gittik. Polat Dede parkur bilgilerini ve hava durumu beklentilerini paylaştı. Yarın hava büyük ihtimal yağmurlu görünüyordu. Ona göre tedbirlerinizi alın diye de uyarmayı ihmal etmedi.



Parkur çok iyi işaretlenmişti ve kaybolma ihtimali yok denecek kadar azdı. Toplantı sonrası akşam yemeği için restorana indik. Sabah kahvaltısı verilmeyecek yönünde bir bilgimiz olduğu için çalışanlardan birinden bir tane muz vermesini rica ettim. O da sağ olsun peçeteye sarıp getirdi. Yemek sonrası tekrar resepsiyondaki oturma salonuna çıktık ve sohbet ettik. Saat 21:30 gibi yatmak üzere çadırlarımıza girdik. Tesadüf ki Mehmet abi ve Pınar'ın çadırları da hemen yanıma kurulmuşlardı. Çadıra girip çantamdaki malzemeleri son defa kontrol ettikten sonra saati 4:30'a kurdum ve yatıp uyudum.

Sabah 4:30'da alarm zili çalmadan uyandım. Tuvalete giderken restoranın ışıklarının açık olduğunu ve koşucuların kahvaltı yaptığını gördüm. Geri döndükten sonra koşu giysilerimi giyinip, sırt çantamdaki su deposunu doldurdum. Bir daha çadıra dönmemek için eksik bir şey var mı diye kontrol edip kahvaltı yapmak üzere restorana gittim. Restoran neredeyse tamamen doluydu. Kahvaltı sonrası Saat 6'da otelin önünden yarışın başlayacağı Yeşilyurt Köyü'ne gidecek olan servislere bindik. 20-25 dk yolculuktan sonra başlangıç alanına vardık. Hava çok sert değil ama karanlıktı. Yağmurluk giyip giymeme konusunda kararsız kalmıştım. Baktım ki çoğunluk giymemiş bende çantama geri koydum. Reflektörlü yelek mecburi olduğundan çantanın üzerine onu giyindim.

94K ve 36K aynı anda yarışa başladık. 94K koşanlarla ilk 36 km aynı parkurda olacaktık. O yüzden parkurda yalnız kalma derdi olmayacaktı. İlk 2,5 - 3 km boyunca tırmanış şeklinde koşuya başladık. Karanlık olmasına rağmen herkesin kafa lambalarından yayılan ışık ve reflektörlü yelekler etrafı gündüz gibi yapıyordu. Hatta bundan faydalanıp zorunlu olmasına rağmen kafa lambası takmayanlar da vardı. 2km hafif tempo sonrası çok dik bir yokuşa geldim. Burada nefes nefese kalmamak için yürüme moduna geçiş yaptım. Tırmanış sonrası 6-7 km iniş vardı. Orman yolundan harika bir parkura girdik. Sağımız solumuz ağaçlarla çevriliydi.  1 saatlik koşunun ardından hava iyice aydınlanmaya başlamıştı. Zeytin ağaçlarının arasından 450 rakıma kadar çıkıp , 90 rakıma kadar indik. 4-5 km tırmanış sonrası Adatepe kontrol noktasına varacaktık.

Zaman zaman tek kişilik geçişlerde tıkanmalar oldu. Bende bunu fırsat bilip dinlene dinlene tırmanmaya başladım. Yol ayrımlarında Jandarma görevlileri bizlere yardımcı olmak için nöbetteydi. 350 rakımlara kadar çıktıktan sonra artık 15. km deki Adatepe kontrol noktasına yaklaşmıştık. Önlerde koşanlar dönüş yapmışlar ve yolun karşı tarafından geliyorlardı. Kontrol noktasına 2 saat 15 dk süre ile vardım.  Kalabalık vardı. Hemen vakit kaybetmeden soda içtim, limon ve portakal yedim. Oradan bir abiye reflektörlü yeleğimi ve kafa lambasını çantamın arkasına sıkıştırmasını rica ettim. Tekrar geldiğimiz yöne doğru arnavut kaldırımlı yoldan ilerledim. Bir sonraki kontrol noktası 29. km de Doyran'daydı.

Yanımda yeterince su ve enerji atıştırmalıkları vardı. Adatepe'den çıktıktan sonra hafif bir tırmanış ve ardından 40 rakıma kadar 4-5 km iniş yaptım. Burada Doyran'dan gelen Faruk Kar yukarı tırmananlara moral veriyordu ve fotoğraf çekimi yapıyordu.



Dereye kadar indikten sonra yukarı doğru koşarak gözden kayboldu. Artık parkurdaki kişiler gitgide azalıyordu.



Tecrübeli olanlar ve enerjisini toparlayanlar bir bir kopup gözden kayboluyorlardı. Bir kaç çıkış ve inişin ardından Doyran tırmanışına başladım. 8 km lik tırmanışın 5. km de Doyran'a varacaktım. Yer yer çok dik tırmanışlar vardı. Bu tırmanışların neredeyse tamamını yürüyerek tamamladım. Doyran'a vardığımda 4:30 saat olmuştu. Buradan sonra son 6-7 km kalmıştı. Kola, muz, portakal, limon, tuzlu kraker ne varsa azar azar hepsinden atıştırdım. Son 3 km tırmanış sonrası geri kalan 3-4 km tamamen iniş şeklindeydi.

10-15 dk arası mola sonrası tekrar yola koyuldum. 500 mt rakıma kadar çıktıktan sonra geri kalan 3,5 km hiç durmadan koşmaya karar vermiştim. O yüzden oraya kadar olan çıkışlarda koş-yürü şeklinde yaptım. 33. km de 94K koşanların sola dönerek devam etmesi gerekiyordu. İşaretleme gayet belirgin şekilde yapılmıştı. 36K koşanlar ise direk aşağı doğru inişe geçmesi gerekiyordu. İniş halindeyken aşağıdan gelen bir 94K koşucusu ile karşılaştım. Sapağı kaçırıp 600-700 mt aşağı inmiş sonra tekrar o yokuşu geri tırmanıyordu. nereden baksan 15-20 dk zaman kaybına uğramıştır.



Artık Altınoluk'a geldiğimiz anlaşılıyordu. Yerleşim başlamış ve taş döşenmiş yollardan aşağı doğru iniş yapıyordum. Arnavut kaldırımlı yollardan iniş pek hoşuma gitmedi açıkçası. Neyse ki fazla uzun sürmedi. Artık son metreleri koşarken birde ne göreyim. Ben alt yolda kalırken bitiş çizgisi üst yoldaydı. Antik tiyatronun 10 basamaklı dik merdivenlerinden yukarı tırmanıp yarışı bitirmem gerekiyordu. Kamera şakası gibiydi sanki. Sol bacağımı zorla kaldırıp bir metrelik ilk basamağa çıktım. Ellerimden destek alarak yukarıya kadar çıktım ve son adımlarımı atarak parkuru 5 saat 55 dakikada tamamladım. 



Biraz dinlendikten sonra otobüsün aşağıdan kalkacağını söylediler. Bende merdivenlerden tekrar aşağı inip otobüsü bekledim. Sonra birde baktım ki otobüs yukarıda bekliyor.  Tekrar o merdivenlerden yukarı çıkarak otobüse bindim ve otele geri döndüm. 

Üzerimi değişip duş aldım ve termal havuzuna attım kendimi. Dışarıda ki açık havuz doluydu çadır kampına giderken havuzun yanından geçiyordum. Az önce ayaklarımla suyun soğukluğunu test etmiştim. Termal havuzdan dışarı çıkıp belime kadar havuzun merdivenlerinden indim. ilk başta çok soğuk geldi ama alışınca 4-5 dk durabiliyordum. Sonra tekrar termal havuza girdim ve bu döngüyü 3 defa tekrarladım. Termal havuzda dinlenen diğer koşucu arkadaşlara da bunu önerdim. Onlarda soğuk havuza girdiler. Yoğun antrenman yada yarışlardan sonra soğuk kompres uygulamak şişme, ödem oluşumunu önlemekte ve yorgunluk giderici etkisini de hemen hissedebiliyorsunuz.

Pazar sabahı kahvaltıdan sonra ödül töreni düzenlendi. Ödül töreninde dikkatimi çeken tuhaflık ise diğer yarışmalarda genel kategoriye giren yarışmacılar yaş kategorilerine girmiyordu. Ama burada her ikisinde de girdiler ve aynı kişiler hem genel hemde yaş kategorilerinde ödül aldılar.

Yarışmaya ilgi geçen yıla oranla çok büyüktü. Geçen yıl 220 kişi, bu yıl ise 480 kişi katılmıştı. Ödül töreninden sonra çadır kampımızı topladık ve otelden ayrıldık. Otelin karşısındaki otobüs durağında beklerken, otelden çıkan bir araç yanımızda durdu ve bizi bırakabileceğini söyledi. Mehmet abi, Pınar ve ben çantaları bagaja yerleştirip araca bindik. Akçay otogara gelince teşekkür edip orada indik. Benim uçak kalkış saati akşam 23:00 deydi. Eğer otobüs bileti bulursam İstanbul'a dönecektim. Ama yoktu maalesef. Akşama kadar beklemek zorundaydım. Belki Assos'a gidip geri dönebilir miyim diye araştırdım.  Fakat 60 km gidiş, 60 km dönüş vardı.  Gidiş için araç bulabilirdim ama geri dönüş sıkıntılıydı. Bunu göze alamadım ve Akçay'da kaldım. Mehmet abi ve Pınar'ın gidiş saatleri de yaklaşmıştı. Onlarla vedalaştıktan sonra akşama kadar Akçay sahilde 15 km yürüyüş yaptım.



Bir taksi durağına uğrayıp havalimanı ücreti konusunda pazarlık yapıp anlaşık.  Akşam yemeğimi yedikten sonra İstanbul'a dönmek üzere Koca Seyit Havalimanı'na geldim. Saat 00:00 da İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'na vardım ve bir macera daha böylelikle sonlanmış oldu.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder